Şimdi o kan tadını, kendi dilimde hisseder gibiyim. Bu av yöntemini öğrenince anladım ki dilim yıllardır kesikmiş benim. Yıllardır ben de kendi dilimden akan kanı emip duruyormuşum. Başlarda, gücümün tükendiğini, kan kaybettiğimi fark etmiyordum. Ama artık ediyorum. Kanım tükeniyor ne zamandır. Böyle giderse yere yığılmam ve birilerinin gelip derimi yüzmesi yakındır.
Bu azalmış kanımla ne kadar uzağa gidebilirim ki? Ama artık başkaları değil, tüketeceksem ben tüketeyim onu. Başkalarına acı ve mutsuzluk vermediğim bir yer olmalı. Yıkıcı ve acımasız olmadığım. Varsın kimse hatırlamasın beni. Artık gözlerimdeki bağa değil, kafamdaki karışıklığa tapmalıyım. Kendi kanıma değil, şairlere, bilgelere, delilere, o soylu yoksullara tapmalıyım.
Yalan söylediğimde, dilimdeki kesik hep sızlamalı. Lüks içinde yaşamak ya da sadaka almak için birilerine yalvardığımda daha çok sızlamalı. Böyle anlarda bana hep kendisini hatırlatmalı. Beni, bilmeden yaşadığım bu ısmarlama hayatım değil, her şeye rağmen öğrendiklerim mahvetmeli. Avcılar yüzünden değil, gözümü bağlayanlar yüzünden değil, mahvolacaksam, ben istediğim için mahvolmalıyım. Çünkü kendi kanımı emerken, hayatın arka bahçesinde, görünenlerin arkasında ne olmuşsa, biliyorum ki benim yüzümden oldu. Biliyorum artık, dünyadaki bütün yıkımlar, bütün katliamlar, dilimdeki bu kesik yüzünden oldu…
Evet, size bir mektup var…
İlkay Akkaya ve Cezmi Ersöz’ün bulduğu.
İçinde şarkılar, şiirler ve öyküler var.
Kaybolmuş bir mektup bu…
Kimin yazdığı ve kime gönderildiği belli değil.
Kimbilir belki de siz anlarsınız kimin yazdığını ve kime gönderdiğini…