“İris’in Damlaları” sırlar dünyasının kapılarını aralıyor

“İris’in Damlaları” sırlar dünyasının kapılarını aralıyor

Söyleşi Röportaj “İris’in Damlaları” sırlar dünyasının kapılarını aralıyor

İris’in Damlaları isimli beşinci kişisel sergisini sanatseverlerle buluşturan Fransız – Türk ressam Eda Su Neidik ile birlikte keyifli bir sohbet yaptık.

Paylaş: TwitterFacebookGoogle+

istanbul.net.trNisan 18, 2017

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Tabii. Ben Türkiye’de doğmama rağmen çok küçük yaşta Fransa’ya götürüldüm. Eğitimimi; anaokulundan, ortaokul, lise, üniversite hepsini orada tamamladım. Sonra İtalya’da yaşadım, devamında İspanya, İngiltere bir çok Avrupa ülkesinde yaşadım. Güzel Sanatlar Sorbonne mezunuyum, bunun üzerine Erasmus’u kazandım, iki sene Polonya’da yaşadım, orada da güzel sanatları bitirdim. Sonra; “Tamam resim güzel de belli olmaz bir meslek sahibi olayım, tekstil tasarımı yapayım” dedim, master olarak İspanya’ya kabul edildim. İki sene masterımı İspanya’da okudum, tabii bölümü bitirmek için staj gerekiyor, İngiltere vs derken bir sergi, iki sergi sonra kendimi Türkiye’de buldum. Ve bir şekilde beşinci sergiye geldik.

İris’in Damlaları sergisinin ortaya çıkış hikayesi nedir?

Geçen seneki sergi bittikten sonra, bütün portre noktalardan oluşuyordu ve ben artık bir sonraki yolculuğu daha çok vücuda yansıtmak istedim. Karalarken, çizerken, düşünürken, portreler çizerken o damlalar, artık yüzümüzde ne ifade ediyor diye düşündüm ya da en azından vücudumuzda iki göz noktası geldi, hemen irise odaklandım. Biliyorsunuz vücudumuzdaki tek kas olmayan ve damara bağlı olan organ, dolayısıyla vücudu renklendiren o noktalar sonra vücudumuzda nasıl dönüşebilir, işte bu damlalar diye düşünürken, birden göz damlaları olarak belirdi o noktalar. Sadece portreler noktalardan oluşurken o noktalar tamamen portrenin içinde yer almaya, vücudu yansıtmaya başladı. Mesela, bir insan ağlarken, ne kadar gözlerini kapasa da, saklasa da vücudu artık ele veriyor bir şekilde biraz onu yansıtmak istedim bu sergide.

Görünenin ardına, gözün sakladıklarına doğru bir keşif

Sizce insanlar, doğa, yaşam, görünenden mi ibaret yoksa görünenin ötesi var mı?

Görünen ötesi olduğuna inanıyorum. Yani az önce anlattığım şey gibi bazı şeyleri saklamaya çalışsak da başka şeyler bizi ele veriyor diye düşünüyorum.

Eda Hanım, İris’in Damlaları sergisi ‘bakmak ile görmek’ arasındaki farkı ortaya koyuyor diyebilir miyiz?

Evet, diyebiliriz kesinlikle. Aslında nereden baktığınıza bakar tabii ki olay. Bazen insan sadece oradaki portreyi görmek ister bazen aslında oradaki çizilmiş kişinin belki de hissini yaşayabiliyor, hissedebiliyor. Böyle düşünüyorum.

Resimlerinizde kullandığınız noktaların tek bir renk değil de rengarenk olduğu görülüyor. Bu rengarenk noktalar aynı zamanda farklılıkları mı temsil ediyor?

Hayır. Ben daha çok dediğim gibi iristen yola çıktım. O gözbebeğine de dönüyor ve dolayısıyla her rengi kapsayabiliyor diye daha çok her rengi kullanmak istedim.

İlk kişisel serginizden bu yana kendinizde, resimlerinizde herhangi bir değişiklik var mı? Varsa bu değişiklikler nelerdir?

Var, tabii ki var. İlk sergimde 18 yaşındaydım şimdi 30’a geldim. Her sergimde bir tema işliyorum zaten. Her sergi ister istemez o dönem ne yaşadıysam, nerede yaşadıysam onları yansıtıyor. İlk sergimin adı Eylem’di mesela. Çünkü o dönem çok eylemlere katılmıştım. Sonra ilerliyor, her dönem ne yaşıyorsam o çıkıyor ortaya. Dolayısıyla her seferinde değişiyor. Bir sonrakini ben bile bilmiyorum ne olabileceğini.

Piyano üzerinde Mevlana!

2012 yılındaki “Play me I’m yours’ karma serginizde piyano üzerinde Mevlana’yı resmettiniz ve bu bir ilk oldu. Böyle bir çalışma gerçekleştirmeye karar vermiş olmanızın nedeni nedir?

Bu aslında İngiltere’den bir konsept. Fransa’da ilk defa yapılıyordu. Mozart Vakfı 40 tane piyano verdi ve herkese açıktı bu, herkes dosyasını gönderdi. Seçildim bende 40 sanatçı arasından, Mevlana’yı sunmuştum işte evrensel bir şey olsun diye. Sonra biz onları boyadık açık alanda, Paris’te, herkesin önünde. Sonra Köln Vakfı akor etti onları, böyle üçlü bir sosyal proje oldu. Sonra da dünya turuna çıktı, en sonunda vakıflara bağışlandı o piyanolar.

İstanbullu sanatseverlerin sergilerinize katılım yoğunlukları nasıl oluyor?

Bu sadece benim için değil ama son 5-10 senedir çok daha büyük bir ilgi duyulmaya başlandı artık sergilere, sanata. Sanatın her dalına insanların ilgisi artıyor, bunun yalnız resim sergisi olması gerekmiyor, dolayısıyla katılım her seferinde daha çok. Bu çok pozitif bir şey, hani biraz Avrupa’ya göre bir 50 seneden sonra geliyoruz bazı şeylerde ama şimdi bunu yaşayabilmek, şu an Türkiye’nin doğru yerde olduğunu düşünüyorum bu yolun içinde.

Yurt dışında ve Türkiye’de katılım açısından farklar var mı? Varsa bu farklar nelerdir?

Farklar bir şehirden bir şehire de değişiyor, ülke olması gerekmiyor bunun için. Ankara’nın da çok sanatseveri var, İstanbul’un da ayrı bir kitlesi var. Fransa’nın başka bir kitlesi var. Dolayısıyla aslında nasıl bir şey yansıttığınıza, nasıl onu duyurduğunuza veya insanlara ne hissettirebiliyorsanız ona göre kitle değişiyor ister istemez.

Önceki sergilerinizden nasıl geri dönüşler aldınız? Katılımcılardan, eleştirmenlerden, ya da uzman kişilerden…

İlginç oldu, geçenlerde bunu birisiyle konuşuyorduk. Artık yavaş yavaş bir resmimi görünce “Aaa evet Eda Hanım!” denilebiliyor. Bazı şeyler oturmaya başlamış, daha çok değişecek, oturacak tabii ki. Ama insanlar görünce artık “Aaa evet, tamam bu onun ki” diyebiliyorlar.

Bundan sonraki çalışmalarınız hangi konu ya da konular üzerine olacak? Belirli planlarınız var mı?

Hiçbir fikrim yok. Ben bugünü atlatmaya bakayım bakacağız sonra. Yani hep karalerken işte dediğim gibi bundan bir ay sonra başka bir yerde olurum, başka bir ülkede olurum, başka bir şey gelir aklıma. O artık ne yaşıyorsam ona göre değişecek. Şu an hiç bir fikrim yok. Spontane olacak biraz.

Röportaj: Miray Bacak
Editoryal: www.istanbul.net.tr
06.04.2017

istanbul.net.trKültür EtkinlikSinemaKitapYeme İçmeAlışverişUlaşımİstanbul RehberiSarı SayfalarOtel RehberiGezi Rehberiİstanbul HaberleriKent RehberiSöyleşi RöportajKritikÜyelikHava Durumu