Eyüp-2

Murat Belge

Eski fotoğraflarda, bu kıyının, başlayan sanayileşmeye rağmen güzel yalılar ve saraylarla dolu olduğunu görebiliyoruz. Bunlar zamanla yandı ve 20. yüzyıla Defterdar-Eyüp eski şanını büyük ölçüde kaybederek girdi. 1980`lerde İstanbul Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan da, benim kişisel kanıma göre, Haliç boyunca uzanan sınai yapıları kaldırmakta biraz fazla azimli davrandı.

Bu bölgede sanayinin durdurulması, pek çok pisliğin kaldırılması gerçekten gerekiyordu ve Başkan bu bakımdan övülmeyi hak etmektedir. Gelgelelim, bir çirkinlik bile, insanların mekanı nasıl kullandıklarını gösteren tarihi-etnografik bir kanıttır; yerine yalnızca ot dikip park yapmak, fazla hayal gücü içermeyen bir çözümdür.

Haliç`teki fabrikalardan bazıları korunarak burası Türk sanayileşme tarihinin açık hava müzesi haline getirilebilirdi. Bazı uygun binalar da ufak tefek rötuşlarla -Lonrda`da, Campen Town ve Chalk Farm`dakiler gibi- kültürel kurumlara, tiyatrolara vb. dönüştürülebilirdi. Nitekim Dalan yıkımın sonuna doğru yerinde bir kararla eski Feshane binasını ve birkaç bacayı ayakta bıraktı.

Feshane-i Amire en eski Osmanlı sanayi kuruluşlarından biriydi. Osmanlı-Türk tarihinin ilk radikal Batılılaşmacası II. Mahmut 1826`da yeniçeri Ocağını ortadan kaldırmayı başarınca, yeni ordusuna serpuş yaptırmak üzere bu fabrikayı kurdurdu. Batılılaşma, Osmanlı-Türk tarihinde, dış görünüşe, anlaşılması bazen güçleşen bir önem kazandırmıştır.

II. Mahmut, muhtemelen Mora`da ortaya çıkan, ama Magrib ülkelerinde de kullanılan fesi Türkiye`ye getirtti (imal edecek Tunuslu ustalarla birlikte). O çağda yeni olan fesin kullanılması tepki görmüş, onu bir Rum başlığı olarak gören halkın bunu giymeye alışması zaman gerektirmişti. Yaklaşık yüz yıl sonra Mustafa Kemal fesi yasaklayıp halkın şapka giymesini istediği zaman da aynı tepkiler bir kere daha yaşandı. Bu sefer de fesin Türk milletinin simgesi olduğu söylendi. Zamanla iyice genişleyen fabrika Cumhuriyet`ten sonra tabii fes değil, başka dokuma ürünleri üretti. Bu yakınlarda yarı yıkık binası, bir kültür merkezi olmak üzere restore edildi.

Defterdar`da bu fabrika devlet yatırımının, Cibali`de sigara fabrikası ise yabancı sermayenin Haliç boyunda iki ciddi örneğini gösteriyor.

Yıkımlardan sonra epey tenhalaşan kıyı boyunca biraz daha ilerleyince Cezeri Kasım Paşa Camii`ne gelinir. Kasım Paşa da defterdarlık, sonra vezirlik yapmıştı. Cağaloğlu meydanındaki, yakınlarda yeniden yapılan camiyi de o inşa ettirmişti. bu cami oldukça eski, 1515`ten, ama içindeki çiniler 18. yüzyıl başlarında Tekfur Sarayı`nda yapılmış. Bunlardan bir pano Kabe`yi resmetmektedir ve 1726 tarihi ile birlikte yapanın imzasını (İnzikli Osman oğlu Mehmet) taşır.

Daha ileride iki küçük, biri büyük, üç cami daha vardır. Küçüklerden Kızıl Mescit 1581`den, Silahi Mehmet Bey`inki ise aşağı yukarı bir yüzyıl sonrasından kalma. Camiler sade ve iddiasız, yalnız ikincinin minaresi İstanbul`da bildiğimiz cami minarelerinden çok farklı: altıgen ve şerefsiz.

Zal Mahmut Paşa Külliyesi
Sıra sıra taş ve tuğladan inşa edilmiş büyük cami ise Zal Mahmut Paşa adını taşıyor ve Sinan`ın eseri. Cami bir külliyenin içinde (biraz fazla) dikdörtgen ve bir hayli yüksek bir bina. Kasnak ve kubbenin bu iri kıyım dikdörtgene oturuş biçiminde Sinan`ın her zamanki estetiği, daha doğrusu zarafeti eksik kalmış gibi. Gene de, Zal Mahmut Paşa Külliyesi ilginç ve görülmeye değer bir yapıdır.

Sinan`ın (ve daha sonra başka mimarların) özellikle engebeli arazide yaptıkları, özellikle külliye karakteri taşıyan binalarda görülen o çok sevimli, cana yakın asimetri burada da vardır.
Caminin üç yanı galerilidir. Yüksek olduğu için, dört sıra penceresi vardır. Bunlar, iç mekanın bir hayli aydınlık olmasını sağlar. İçindeki oymalı mermer minber, mihrabın çini bordürü orjinaldir. Son cemat yerinde, ortada tekne tonoz, iki yanında ikişer kubbe yer alır. Ortası şadırvanlı olan bu avlu aynı zamanda medresedir. Buradan, kuzey tarafındaki merdivenle alt medreseye (bu, L biçimindedir) ve paşa ile karısı, II. Selim`in kızkardeşi Şah Sultan`ın türbesine inilir.

Zal Mahmut`un Osmanlı tarihindeki yeri pek sevimli değildir. Kanuni Süleyman, Hürrem`in zorlamasıyla, en büyük oğlu Mustafa`yı öldürtmeye karar vermiş, pusuya düşen Mustafa cellatlarına direnmiş, bu arada arkadan saldıran Zal Mahmut şehzadenin direncini kırmıştı. Bu pis işin ödülü olarak paşalığa yükseldi. Mustafa`nın ölümü, saltanat yolunu II. Selim`e açmış oldu. Onun kızkardeşiyle evlenmesi de bunun ödülü olmalı.

Zal Mahmut Külliyesi`nin hemen arkasında, bu sefer de III. Selim`in kızkardeşi olan bir başka Şah Sultan`ın 18. yüzyıl sonunda yaptırdığı küçük ve barok bir külliye var; mektep, türbe, sebil ve çeşme`den oluşuyor. Üç yaşındayken Bahir Mustafa ile nişanlanmış, ama bir yıl sonra paşa idam edilmişti. Yedi yaşında Nişancı Paşa`ya nişanlandı; o da bir yıl sonra idam edildi. Sonunda, 17 yaşında Mustafa Paşa ile evlendirildi (Paşa cesur adam olmalı).

Silahi Mehmet Paşa`dan az sonra Nakkaş Hüseyin Paşa Türbesi, sonra da Kızıl Mescit`in yanından geçerek yola devam ettiğimizde artık asıl Eyüp`e ve ona farklı atmosferini veren türbelere geliyoruz. Az ileride, medrese, tekke ve türbeden oluşan, haziresi de olan Cafer Paşa Külliyesi karşımıza çıkıyor.

Sokollu Külliyesi ve Türbeler

Sokollu`nun türbesini camilerinin yanında değil de, bir medrese ile birlikte bulundurmayı seçtiği anlaşılıyor. Cafer Paşa Külliyesi`nden sonra onun külliyesine geliyoruz. Burada medreseden başka Kur`an okulu olan darülkurra binası ve birçok mezar görülüyor. Binalar olsun, bahçe olsun, son derece zevkli. Karşısında onu izleyen vezirlerden Siyavuş Paşa`nın türbesi var. Gene Sinan elinden çıkma olan bu türbenin içi İznik`in parlak döneminin çinileriyle kaplı. Mezarlıklarla kaplı bu küçük alanda Pertev Paşa`nın türbesi de ilginç yapılardan. Sırayla Selim Paşa`nın, Mehmed Paşa`nın, Ferhad ve Abdurrahman Pertev Paşaların türbelerini karmakarışık mezarlar içinde görüyoruz. Buradan sola gittiğimizde Saçlı Abdülkadir Efendi Camii, Zal Paşa Caddesi`nin devamı olan Kalenderhane`de ise, bu caddenin adını aldığı Kalenderhane Tekkesi`ni görüyoruz.

Tekke zaman zaman yapılan eklere rağmen, temelde Lale Devri barokunun özelliklerini yansıtır İlginç ve güzel bir külliyedir.
Eyüp Sultan Camii`ni sonraya bırakarak ilerisine geçelim ve Boyacı Sokağı`ndaki ilginç yapılara bakalım. Burada bir 19. yüzyıl yapısı olan Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi, Kitaplık ve Türbesi`ni görüyoruz. Bu sokakta en gösterişli yapı Mihrişah Sultan`ın külliyesi. III. Selim`in annesi olan Mihrişah`ın imareti, İstanbul`da hala yoksullara yemek veren tek imaret olarak kaldı. Ampir tarzda yapılmış Hüsrev Paşa türbesi 1839`dan. Tunuslu Hayreddin Paşa`nın türbesi ve çeşmesi ise daha yakın bir tarihten. II. Mahmut`un kızı ve -pek güzel olmasa da- şiir yazan tek hanım sultan olan Adile Sultan`a bu kitabın başka bölümlerinde de rastlayacağız. Bütün bu türbeler, imparatorluğun son döneminde Eyüp`te gömülmenin neredeyse kural haline geldiğini gösteriyor.

Gene buralardaki Ayas Paşa açık türbesi, Mimar Sinan`ın İstanbul`da yaptığı ilk mimari eserdir. Bunu yaptıktan sonra mimar başlığa tayin edilmiştir. Denize doğru yürümeyip sağa saptığımızda Sultan Reşat`ın zevksiz görkemli türbesini de görüyoruz. Sultan Reşat bunu Mimar Kemalettin`e yaptırmış, ama palnını kendi onaylamak istemişti.

Kaynak:İstanbul Gezi Rehberi / Murat Belge / S:191-199 / Tarih Vakfı Yurt Yayınları

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT