Fatih Cami-I

Murat Belge

Cami ile külliyenin 1463-70 arasında inşa edildiği anlaşılıyor. Demek ki, fetihten on yıl sonra, Fatih Sultan Mehmet, şehirdeki büyük eserini yapmaya karar vermiş. Daha sonraki çeşitli padişahların da uyacağı -ve zaten akla uygun- bir geleneği başlatarak, bu eserini şehrin en yüksek yerlerinden birinde, yani ünlü yedi tepenin bir tanesinde inşa ettiriyor. Bu tepede, şimdi külliyenin kapladığı alanın bir kısmında Bizans`ın büyük ve önemli kiliselerinden biri olan Havariyun Kilisesi`nin bulunduğunu biliyoruz.

Osmanlılar`dan önce Bizanslılar da şehrin yükseltilerini anıtsal binalarla süslemeye çalışmışlardı. fetihten sonra Fatih`in anlaşmaya vardığı ve Ekumenik Ortodoks Kilisesi Patrikliği`ne tayin ettiği Gennadios burayı Patrikhane Kilisesi haline getirmişti. Birkaç yıl sonra Fatih Külliyesini buraya yapmak isteyince Gennadios Çarşamba`daki Pammakaritos`a taşındı. Havariyun`dan başka, Bizans imparatorları mezarlarının da bu tepede bulunduğuna inanılıyor.

Yunan-Latin kültüründe mezarlık (nekropolis) şehrin hemen dışına yapılırdı. Konstantinos`un, o sırada şehir dışında kalan bu tepede gömüldüğü biliniyor. Onu başka imparatorlar da izlemiş olmalı. Teodisios surlarıyla bölge sur içinde kaldı. İustinianus da buradaki Havariyun Kilisesini yeniledi.

Fatih Camii, ne yazık ki, bize aslının ne olduğu hakkında yeterli fikir vermiyor. Çünkü cami 1766 depreminde yıkıldı ve Fatih`in camii olduğu için çok kısa sürede onarılarak 1871`de şimdiki biçimini aldı. Onarım emrini veren Sultan III. Mustafa, yapan da zamanın ünlü mimari Mehmet Tahir Ağa`dır. Mehmet Ağa Şehzade`den beri büyük camilere uygulana klasik plana uyarak, büyük kubbeyi dört yarım kubbeyle çevirdi. Böylece, Osmanlı mimarisinin gelişim çizgisinde çok önemli bir gedik ortaya çıkıyor.

Fetihten sonra yapılmış ilk anıtsal binanın nasıl olduğunu tam olarak tasavvur edemiyoruz. Gene de, eski kayıtlardan, genel bir fikir ediniyoruz. Çemberlitaş`taki Atik Ali Paşa Camii gibi mihrap tarafında tek bir yarım kubbesi, iki yandaki galerilerin üzerinde üçer küçük kubbe olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, bina dışarıdan oldukça büyük payanda duvarlarıyla desteklenmiş.

Bazı Anadolu şehirlerinde daha eski modelleri olan Atik Ali Paşa daha sonraki Osmanlı mimarisinin kaynağı olmamıştır. Bu bakımdan, bu planın devasa ölçekte bir tekrarı olan Fatih Camii de, Bayezid Camii kadar doğurgan olmamıştır. diyebiliriz.

Ama, zamanında doğal olarak Ayasofya ile kıyaslanmıştı. "Doğal olarak", çünkü büyüklük bakımından o dönemde yalnız bu iki bina kıyaslanabilirdi. Gene de, Fatih`inki çok daha küçük kalmıştı. (kubbe çapı, Ayasofya`nın oval kubbesinde 31 ve 32 metre, Fatih Camii`nde 26 metredir). Osmanlılar fetih sırasında ve onu izleyen yıllarda her bakımdan güçlüydüler. Güçlü padişahların, gözlerinin önündeki Ayasofya`ya bakıp, içlerinde onunla yarışma dürtüsünü zaptetmeleri herhalde hiç kolay değildi. Bu yarışmanın Fatih`le başladığı anlaşılıyor.

Bu durum, yeni dönemin özellikleriyle de zenginleşerek, Yerasimos`un anlattığı Ayasofya efsanesinin sürmesini sağlar. Temelde gene, dini yapı yaptıran hükümdarın, bu yapının görkem,i yoluyla kendi dünyevi gücünü yüceltmesi teması vardır. Ayasofya ve Konstantaniye`yi ele alan Bizans ve Arap efsanelerinde dünyevi gücün savunmasını yapanlar Fatih`i yüceltirken, buna karşı çıkanların efsanelerine yeniden mimar motifi girer. İşin tuhafı, tarihin bu aşamasında, efsane gerçeği değil, aktardığı efsanede mimarın rolü bulanıktır, çünkü Tanrı ile İmparator arasında yer alır. İmparatorun şeytani iktidar hırsının aracı da olabilir, İmparatora karşı çıkan efsaneler mimarı Tanrı`ya yakın görür ve İmparatorun zulmüne uğradığını anlatırlar.

Fatih`e camini yapan mimarın adı Sinan`dır. Büyük Sinan`dan ayırt etmek için "Atik" Sinan denmiştir. Zamanında "Azatlı" Sinan olarak tanınır. Azat edilmiş olduğuna göre bir köle, demek ki Hıristiyan kökenlidir. Rum olduğunu gösteren birçok ipucu var. Ancak, bu çapta bir cami yapabilecek mimar yüzyıllardır Bizans`ta yetişmemiştir ve belli ki bu Sinan Osmanlı mimarlık örgütünde eğitim görmüş biridir. Mezarı, birazdan göreceğimiz Kumrulu Mescidi`ndedir. Mezar taşından, 1471`de idam edildiğini öğreniriz ("şehit edilerek" denmiştir).

Ancak bundan da önce, ünlü bir hikaye vardır. fatih camiyi beğenmez ve Sinan`a kızar, ellerini kestirir. Evliya Çelebi bu hikayeyi Osmanlı adaletini anlatmak üzere aktardı. Kadı, Fatih`i haksız bulmuştur. Sinan üstüne varsa, Fatih`e kısas yapılıp ellerinin kesilmesi kararını verecektir. Ama Sinan üstelemez ve ömür boyu maaş bağlanır, tazminat olarak. Ayrıca, Fatih Mehmet de kadının bu yargısını takdir eder.

Kaynak: İstanbul Gezi Rehberi / Murat Belge / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / S: 163-169

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT