İstanbul'dan İstanbul'a Bir Dünya Seyahati - Ali Eriç

İstanbul'dan İstanbul'a Bir Dünya Seyahati - Ali Eriç

Söyleşi Röportajlar İstanbul'dan İstanbul'a Bir Dünya Seyahati - Ali Eriç

Ali Eriç, ilk kez Türk plakalı bir araçla dünya seyahati gerçekleştiren bir gezgin. Ali Eriç'le 1137 günlük yolculuğunu anlattığı “İstanbul'dan İstanbul'a Bir Dünya Seyahati” adlı kitabı ve bu gezinin ayrıntıları hakkında sohbet ettik.

Paylaş:

Yorumlar:

istanbul.net.tr Haziran 14, 2016
İstanbul'dan İstanbul'a Bir Dünya Seyahati - Ali Eriç

Altıyüzyirmibir sayfadan oluşan kitabınızda, akıcı bir anlatım ve seyahatiniz sırasında çektiğiniz etkileyici fotoğraflarla okuyucuları bu uzun ve maceralı yolculuğunuza davet ediyorsunuz. Bu kadar uzun bir seyahate çıkma fikri aklınıza ilk ne zaman geldi ve bu seyahatin amacı ne idi?

Bu seyahat aslında benim ilk kıta aşırı seyahatim değil. Bundan önce bir tane daha seyahatim olmuştu. O da yine İstanbul'dan kendi aracımla başlayıp Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Cape Town şehrine kadar süren ve Afrika kıtasını genellikle doğudan takip ederek ulaştığım ilk seyahatim idi. Onun adına da TurAfrika demiştim. Altı ay ve otuz bin kilometre sürdü. Bu seyahat onun bitiminden birkaç sene sonra başladı. Seyahat fikri, yoğun geçen tempolu bir iş hayatından sonra biraz tempoyu düşürmek, biraz kaçırdığım hayatı yakalamak, biraz da daha önceki ücretli olarak çalıştığım yaklaşık on iki yıl süren profesyonel yaşantım sırasında tek başına arabayla Türkiye'nin hemen her yerini dolaştığım o günlerin anılarını yeniden yaşamak içindi. Böyle bir fikirle ve kendi işimi, kendi şirketimi kurduktan sonra yaklaşık on sene civarında sürekli işin başında, ofiste masa başında yoğun çalışarak geçirdiğim günlerin ardından bir ferahlama, bir kaçış, bir özgürlük arayışı sonucu bu şekilde bir seyahat fikri ortaya çıktı.

Yolculuğa başladığınızda yaşadıklarınızı kitap yazarak başkalarına da aktarmayı düşünmüş müydünüz yoksa aldığınız notları ve kayıtları bir kitapta toplamaya sonradan mı karar verdiniz?

Yolculuğun başında böyle bir fikrim yoktu. Yolculuk sırasındaki yolculuk hikayelerini ya da yol notlarını tuttuğum ve beni izleyenlerle paylaştığım bir web sayfam vardı. Bu web sayfasını haftada bir ya da iki kere güncelleyerek gezi notlarımı yayınlıyordum. Yolculuğun başında kitapla ilgili hicbir fikrim yoktu açıkçası. Öyle bir fikirle yola çıkmış değilim. Ancak beni izleyenler, bu web sayfamdaki yazılarımı okuyanlar, yazı tarzımın ve yazdıklarımın hoşlarına gittiğini, akıcı bir dilim olduğunu ve bunun kitaplaştırılması gerektiğini söylüyorlardı. Başlarda çok üzerinde durmadım bu tavsiyelerin. Çünkü kitap yazmanın biraz edebi kişiliği olan insanlara mahsus olduğunu, özel bir yetenek gerektirdiğini hep düşünürdüm. Fakat sonraları seyahatimin sonlarına doğru böyle bir kitabın bu seyahat için gerekli olacağını düşünmeye başladım. Ve sonuçta bir kitap üzerine daha ciddi düşünmeye başladım. Ve seyahatin sonlarında bir kitap yazılması gerektiğine ben de kanaat getirmiştim. Seyahatin bitimi ki; 2012 yılında haziran ayında bitti, ondan sonra uzunca bir süre hiçbir şeyle ilgilenemedim, çünkü seyahat yoğunluğu beni gerçekten çok yormuştu, üç seneyi aşkın bir süre sonrasında kitap çalışmalarına başladım. Daha önce web sayfamda yayınlamış olduğum tüm yazıları, tüm seyahat güncelerimi bir araya getirdim, derledim. Biraz kısalttım ve kitap ortaya çıktı.

Tarafsız bir şekilde eğitime hizmet veren kuruluşlar desteklenmeli

Kitabınızın tüm gelirini Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağışlamayı tercih etmenizin sebebi nedir?

Bu kitabın satişindan benim maddi bir beklentim yoktu. Kitabı satarak birşeyler kazanmak gibi bir beklenti içerisinde değildim. Ama sonuçta bundan bir gelir elde edecektim ve bu da bir işe yarasın istiyordum. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı kurulduğu günden beri benim dikkatle ve takdirle izlediğim bir kurum. Çalışmalarını gerçekten büyük bir takdirle izliyorum. Zaman zaman çeşitli desteklerim de olmuştu zaten. Eğitim konusunda hizmet veren, özellikle siyasete de herhangi bir şekilde bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bulaştırılmamış her vakıf ve kurumun da bu şekilde desteklenmesi gerektiği kanısındayım. Yani sivil kişiler bu tür vakıflara destekte bulunmalılar. Çünkü sonuçta çocukların eğitimi için kurulmuş vakıflar, kuruluşlar. Ve bunların mutlaka çeşitli kaynaklardan desteklenmesi gerekiyor. Bu düşüncedeyim. Ben de, belki çok fazla birşey olmayacak, hacim tutmayacak ama kitabın gelirini Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağışlamayı uygun gördüm. Umarım kitap satışları da iyi olur ve Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bir katkımız olur.

Yolculuğunuz üç yıl, bir ay, on gün sürmüş. Peki kitabınızın yolculuğu ne kadar sürdü? Ne kadar zamanda yazdınız?

O biraz cevap vermesi zor bir soru. Çünkü dediğim gibi seyahatten döndükten sonra bir süre, uzunca bir süre, hatta birkaç sene çok fazla birşeyle ilgilenmek içimden gelmedi. Hele seyahat ile ilgili birşey yapmak hiç içimden gelmiyordu. Çünkü üç yıl, bir ay, on gün sürekli olarak yollarda ve seyahatle geçti. Seyahatle geçti derken bu sadece araba kullanmak, gezmek ve görmek şeklinde değil. Bunun yanında gündelik yaşamla ilgili her türlü işler de benim bizzat uğraştığım şeylerdi. Yani bunun içerisinde yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çamaşır yıkamak, arabanın işleriyle uğraşmak, bakımını yapmak, zaman zaman ortaya çıkan arızalarıyla uğraşmak falan. Dolayısıyla çok yoğun geçen üç yıl, bir ay, on gündü o. Onun arkasından birkaç sene bir rehavet dönemi. Sonrasında kitapla uğraşmaya başladım. Yaklaşık bir buçuk yıl sürdü. Ama bir buçuk yıl ben kitabı baştan başlayıp yazmadım. Dediğim gibi daha önce blog ya da web sayfamda yayınlamış olduğum bütün yazıları derledim. O yazıları aldım, arka arkaya ekledim, onları kitap olabilecek bir hale getirdim, kısalttım, gözden geçirdim, bir takım şeyleri çıkarttım, bir şeyler ekledim, biraz değiştirdim ve bir kitap formatına soktum. Oldukça kısalttım. Çünkü o yazıların hepsini eklediğimde sekiz yüz elli sayfa gibi birşey oluyordu. Tabi öyle bir kitap olması, tek bir kitap olması mümkün olmayacağı için bunu daha kabul edilebilir ölçülere sokmaya çalıştım ve bir buçuk senenin sonunda da bu kitap çıktı. Bu sene nisan ayında da dağıtımına başlandı kitabın.

Araç, amaç ve ihtiyaçlarıma göre düzenlendi

Lando aracınıza koşullara ve ihtiyaçlarınıza göre uygun ilaveler yaptınız, yeniden tasarladınız. Sizin yolculuğunuz için gerçekleştirdiğiniz bu yenilikler, aracın yeni üretimlerine de eklendi mi?

Hayır eklenmedi aslında. Zaten bu aracın yapılması da bir enteresan. Bunu Otokar firması üretiyor. Bu bir Land Rover Defender modeli. Ancak Otokar bunu ağırlıklı olarak ya da neredeyse tümüyle resmi kuruluşlar, özellikle de Silahlı Kuvvetler için üretiyor. Benim gibi sivil ihtiyaç duyan kişilerden talepler birkaç yılda bir geliyormuş. İlk seyahatime çıkmadan önce bir araç temin etme ihtiyacı ortaya çıktığında seçenekleri gözden geçirdim ve benim ihtiyacımı görebilecek, Türkiye'de de bulabileceğim ve hatta özel ürettirebileceğim tek araç olarak bunu bulmuştum, seçmiştim. O zaman Otokar ile anlaştık ve bir takım özellikler de ilave edilerek bu araç tek üretildi. Tek bu araçta olan özellikler vardı. Bu özellikler çeşitli başka araçlara da konuyor, kullanılıyor. Ama hepsinin bir arada kullanıldığı benimki gibi bir başka aracı üretti mi Otokar onu bilmiyorum açıkçası. Ama standart bir üretim haline dönüşmedi, onu en azından biliyorum. Bir çok özelliği vardı. Derin su geçiş imkanı için bir takım özellikler ilave edilmişti. Kendini kurtarma için yani batma veya çamura saplanma, kuma saplanma durumunda kendini kurtarma için özel bir vinç düzeneği ilave edilmişti. Bu ve buna benzer ilaveler yapılmıştı fabrikada. Daha sonrasında da yine ilk seyahatim öncesinde dört, dört buçuk ay ben bu aracın üstünde ve içinde türlü çeşitli değişiklikler yaptım, ilaveler yaptım.

Yani bir kıta aşırı, aylar süren ilk seyahatimde ve yıllar süren ikinci seyahatimde, uzun seyahatler için bana yetecek, benim ihtiyaçlarıma cevap verecek bütün özellikleri ilave ettim. Su depoları koydum, hidrofor koydum, su arıtma tertibatı koydum. İki yüz yirmi volt alternatif akım elde edebileceğim bir düzenek koydum. Buzdolabı ilave ettim, çeşitli depolama bölümleri oluşturdum. Bayağı üzerinde çalıştım. İlk seyahat öncesinde bütün bu hazırlıklar bitmişti. İkinci seyahatte biraz daha ufak tefek değişiklikler yaptım. İlk seyahatte olmayan, ikinci seyahatte kullandığım portbagaja yerleştirdiğim bir çadırı monte ettim aracın üstüne. Bu benim için çok büyük bir konfordur. İlk seyahatimde böyle birşey yoktu. İçinde yatabileceğim şekilde planlamıştım ve ona göre hazırlamıştım arabayı ama çok konforsuz bir ortamdı. İkincisinde çadırın gelmesiyle bir anda konfor arttı benim için. İlk seyahatte edindiğim tecrübeye göre bir takım değişiklikler oldu. En önemli değişiklik de bir takım fazladan, gereksiz yere yanıma aldığım yedek parça gibi, alet edavat gibi şeylerden kurtuldum ikinci seyahatimde. Çünkü gerçekten çok gereksiz idi, çok fazla ince eleyip sık dokumuştum ve arabayı boşu boşuna o ekstra yükler ile ağarlaştırmıştım. Onlardan kurtuldum. Tabii birinci seyahatim daha kısa ama önemli tecrübeler kazandığım bir seyahatti. İkincisinde bütün bu tecrübelerimden istifade ederek daha hazırlıklı, kimi durumda da daha az hazırlıklı, gerektiği kadar, sadece ihtiyaçlarıma cevap verecek kadar gerekliliklerle yola çıktım. Ama sonuçta araba hazırlamak da, aracı böyle bir seyahate, seyahatlere hazırlamak da bu işin bir parçası zaten. Keyifli olan şeylerinden bir tanesi de o. Bunu da bu şekilde tamamladık. Her yeni seyahat bir takım yeni tecrübeler getiriyor. Ona göre eksiklikleri, fazlalıkları tesbit ediyorsunuz. Gerekli ve gereksiz şeyleri ortaya çıkarıyorsunuz. Tabi mutlaka ikinci seyahat sonunda da şunlar da olsaydı daha iyi olurdu dediğim şeyler oldu.

Alaska en çok etkilendiğim yer

Uzun yolculuğunuz 6 Mayıs 2009'da İstanbul'daki evinizin önünde başladı. Sürekli doğuya giderek toplam beş kıta, otuz dokuz ülke ve yüz otuz iki bin kilometre yol yapıp yine İstanbul'daki evinizin önünde seyahatinizi tamamladınız. Sizi en çok etkileyen coğrafya neresi oldu ve nesinden etkilendiniz?

En çok diye bir sıralama hiç yapmamıştım. Ama bu soru tabi soruluyor. Herkes soruyor en çok nereden etkilendin diye. Şöyle bir düşündüğümde ilk aklıma gelen herhalde Alaska oluyor. Alaska'dan gerçekten çok etkilendim. Alaska'nın coğrafyası, doğal güzelliği, vahşi yaşamı beni çok etkiledi. En etkileyen diye düşündüğümde ilk orası aklıma geliyor. Bu gerçekten en çok etkilendiğim yer anlamına gelir mi? Onu bilmiyorum. Ama onun dışında da etkilendiğim daha başka yerler de vardı. Örneğin Moğolistan da beni çok etkilemiştir. Moğolistan'ın coğrafyası, insanı da keza. Doğu Sibirya'nın insanı da yine beni etkilemiştir. Çok sıcakkanlı, çok dostcanlısı insanlar. Güney Amerika, Patagonya, Arjantin'in Patagonya'sı da etkilemiştir ama bunların arasında bir sıralama yapmam zorunlu olduğu zaman herhalde aklıma ilk gelen yer Alaska oluyor. Hep böyle söylüyorum. İlk o geliyor aklıma.

Değişik kültürlerden yüzlerce insan ile tanıştınız, onların hikayelerini dinlediniz. Bununla ilgili ilginç bir anınız var mı?

İlginç insanlarla tanıştım, evet, doğru. Gittiğim yerlerde yaşayan insanlardan da oldu, gittiğim yerlerde karşılaştığım gezginlerden de oldu, gittiğim yerlerde karşılaştığım, oraya gelip yerleşmiş yabancılardan da oldu. Ama bunlardan en ilginci herhalde Guatemala'da karşılaştığım bir Türk olmuştur. Yani bunun dışında da ilginç insanlarla karşılaştım ama en ilginci bir Türk idi. Onun enteresan bir yaşantısı vardı ve onunla ilgili de enteresan tesadüfler oldu sonradan. O bakımdan da biraz ilginç geliyor bana. Bu bey, altmışlı yılların başında Türkiye'den, İzmir'den buradaki yaşantısını bırakıp eşi ile birlikte Kanada'ya göçmüş ve buraya yerleşmiş, çalışmış uzun yıllar. Emekli olmuş ve daha sonra bir otobüs, bir okul otobüsünü satın alıp onun içerisini yaşam mekanı haline getirmiş. Mutfağı ile, banyosu ile tek başına Kanada'dan yola çıkmış ve güneye doğru, önce ABD, ardından Meksika dolaşa dolaşa kendine hayatının geri kalan kısmını geçirebileceği yeni bir yer aramış. Çeşitli yerlerde konaklamış. Kimisinde birkaç ay, kimisinde birkaç sene.
En sonunda Guatemala'ya gelmiş ve Guatemala'ya geldikten sonra zaten hemen sınırdan sonraki ilk büyücek, öyle çok da büyük değil, büyücek bir yerleşim yerinde kalmış ve orayı çok beğenmiş, benimsemiş. Uzunca bir süre, bir, bir buçuk sene belki o kasabanın girişinde bir yere otobüsünü çekmiş ve onun içerisinde yaşamış. Orada bir takım insanlarla tanışmış. Çok sevmişler. O da çok sevmiş insanları. Sonra orada oranın yerlilerinden birisi, kendi evinin bahçesinin bir köşesini ona satmayı teklif etmiş. Otobüsünü getir buraya koy, sen de burada yaşa, burası senin mekanın olsun artık demiş, o da kabul etmiş. Orada yüz, yüz elli metre, iki yüz metre kadar bir bahçeyi satın almış. Otobüsünü oraya çekmiş ve orada yaşıyor.
Ben ilk Guatamala'ya girdiğim günün akşamı o kasabada bir pansiyon arıyordum. Bulmakta biraz zorlandım, oradaki yerli birinden yardım istedim. Bana yardımcı oldu. Yeri gösterdi. Daha sonra benim Türk olduğumu öğrendikten sonra: "Benim burada bir Türk arkadaşım var. Tanışmak ister misin?" dedi. Çok şaşırdım Guatemala'da bir Türk. "Tabi tanışmak isterim" dedim. İşte ona götürdü. Önce biraz tabi çekinceli davranıyor. Guatemala'ya bir başka Türk gelmiş ve onu ziyaret etmek istiyor. Bu yadırganacak bir durum aslında gerçekten. Benim için de orada bir Türk, orada yaşayan, yerleşmiş bir Türk ile karşılaşmak biraz yadırganacak bir durumdu. Neyse biz sonuçta tanıştık. Uzun sohbetlerimiz oldu kendisi yle. Ve ben onunla gerek o akşam, gerek ertesi sabah kahvaltıda yaptığımız uzun sohbetlerden sonra adını, adresini web sayfamda yayınladım. Ve Guatemala'ya gitmek isteyen olursa, yolu düşen olursa kendisini ararlarsa çok sevineceğini belirttim.
Nitekim benden sonra oraya dört, beş kişi gitti benim notlarımı da okuyan. Ve bu kişiler adresini de yanlarına almışlar ve onu ziyaret etmişler. Hatta birlikte çektikleri fotoğrafları da bana gönderdiler daha sonra. Çok memnun olmuşlar. Şimdi daha enteresan birşey, ben döndükten aylar sonra bir gün bir mesaj aldım bir hanımdan. Mesajı yazan kişi o bey'in yiğeni olduğunu söylemiş ve annesinin de yıllardır abisinden haber alamıyor olması nedeni ile artık ölmüş olabileceğini düşündüğünü, Kanada'ya gittiğinden beri kendisinden haber alamadıklarını ve benim sayfamda izine rastladıklarında çok duygulandıklarını, çok sevindiklerini, benimle telefonda görüşmek istediğini söylemiş. Ben de telefonumu yazdım, gönderdim ve telefonla konuştuk uzun uzun. Çok sevindiler. Görüştüğüm bayanın dayısı oluyor, annesinin de abisiymiş. İzine tekrar rastlamış olmak çok duygulandırmış. Annem sürekli göz yaşlarına boğuldu abisinin izini bulmaktan dolayı dedi. Ve bir surpriz ziyaret planlıyorlardı. Sonra gittiler mi, görüştüler mi bilmiyorum ama böyle birşeye de vesile olmuş oldum yazdığımla.

Kongo Demokratik Cumhuriyeti pes ettirdi

Çok zor koşullarla mücadele ettiniz. Yaşam ve ölüm arasındaki çizginin tam üzerinde durduğunuzu fark ettiğiniz o anları paylaşır mısınız?

Aslında o kadar yaşamla ölüm arasındaki çizginin üzerinde durduğum olmadı gerçeği söylemek gerekirse. Evet bu bir macera seyahati, macera gezisiydi. Zaten biraz da bu beklenti ile yola çıktım ama bunu gerçekten bir macera seyahati gibi göstermek için de yaşam ile ölüm arasındaki çizgide durduğumu söylemek biraz abartı olur. Fakat çok zorlandığım yerler oldu. Bunlardan bir tanesi Doğu Sibirya'da bir noktada artık hiç kullanılmayan 1973 yılından beri yanılmıyorsam kullanılmayan bir yolu kullandığımda orada bir çamur deryasına gömülüp, kendimi kurtaramayıp mahsur kaldığım bir gün. Çaresizlik, yani gerçekten ölüm sınırı değil o. Ondan daha ilerisini de göze alarak bu seyahate çıkmıştım. Evet çok zordu. Orada mahsur kaldım. Ama uydu telefonum vardı. Uydu telefonumla daha önce tanıştığım bir gazeteciden yardım istedim. Sağolsun bana yardım gönderdi. O şekilde kurtuldum. Başka son çarelerim de vardı, B planlarım da vardı kendi kendimi kurtarmak için. Eğer uydu telefonum olmasaydı ya da yardım göndermeselerdi B planımı uygulayacaktım. Çok daha zor, çok daha zahmetli ve sonucun da gerçekten olumlu olup olmayacağının belli olmadığı bir plandı B, ama yine de çaresizlik, tamamıyla çaresizlik değildi. Hazırlıklarım olmasa tabii çok daha fazla yerde çok daha zor durumda kalırdım. Onun dışında benim çamura saplandığım ya da kuma saplandığım çok yerler oldu ama hep kendi imkanlarım ile zaten kurtulabiliyordum. Aracı da kendimi de bu tip durumlara karşı hazırlamıştım. Dolayısıyla bütün bunlara hazırlıklıydım. Ama bahsettiğim yer çok zor bir yerdi gerçekten ve orada kurtaramadım. Bu mümkün olmadı. Bir başka yer de Afrika'da Kongo Demokratik Cumhuriyeti'dir. Orada eşim de benim yanımda benimle birlikteydi, sürekli olarak kendimizi kurtarmak zorunda kaldığımız bir ülkeydi ve pes ettirdi. Yani seyahatim boyunca gerçekten pes ettiğim tek noktadır diyebilirim.

Uzun yolculuklarda yalnızsanız en çok ses duymaya ihtiyaç olduğunu söylüyorsunuz. Yolculuğunuz boyunca dinlemekten en çok keyif aldığınız müzik türü neydi? En çok kimleri dinlediniz?

Ben caz müziği severim en çok. Caz dinlerim. Kimleri en çok dinlediğimi gerçekten bilmiyorum ama her tür caz dinlerim. Klasik caz özellikle sevdiğim türdür. Sonuçta bir MP3 player'ım vardı ve onun içerisinde yüzlerce, binlerce parça vardı. Onlar döne döne, sürekli çalıyordu. Müzik gerçekten insanın en büyük ihtiyacı ya da bir ses duymak, öyle söyleyeyim. Bunu giderdiğim bir diğer şey de müziğin yanında ve daha çok sesli kitaplardır. Binlerce kilometre araba kullanıyorsunuz, yalnızsınız ve bazen hiçbir insan hatta hiçbir canli görmediğiniz coğrafyalardan geçiyorsunuz. Örneğin Moğolistan, Gobi Çölü'nde falan. Orada sürekli motor gürültüsünü dinleyerek hayat geçmiyor, yol bitmiyor gerçekten. Sadece müzik dinlemek de insana bazen yetmiyor. Bir insan sesi gerekiyor. Konuşma ihtiyacı var. Onu zaman zaman kendi kendime konuşarak giderebiliyordum ama insan sesini dinlemek ihtiyacı var. Bu gerçekten bir ihtiyaç, ihtiyaçmış. Onu da seyahatlerde öğrendim. Bunu sesli kitap dinleyerek gideriyordum. O gerçekten çok kurtarıcı oluyordu. Sesli kitaplar yüklüyordum mp3 player'ıma ve onları dinliyordum yol boyunca. Bu hem kilometrelerin daha çabuk bitmesini sağlıyordu, daha hızlı geçiyordu yollar, hem de bir yandan da kitap okumuş oluyorsunuz. Yani okumuş değil ama dinlemiş oluyorsunuz en azından. Birçok kitap yol boyunca bitirebildim.

En büyük hayalinizi gerçekleştirdiniz. Henüz gerçekleştirmediğiniz ama hedefe koyduğunuz başka hayalleriniz var mı?

Hayallerim var tabii ve bunlar hep seyahat hayalleri aslında. Hepsi seyahat planları. Sonbaharda yapmayı planladığımız, artık bundan sonra yalnız değil, eşimle yapmayı planladığımız bir İran-Ermenistan-Gürcistan seyahatimiz var. İki, iki buçuk ay süreceğini tahmin ediyoruz. Ondan sonra bir kuzey, kuzey-batı Avrupa hayalim var. Özellikle North Cup, Avrupa'nın en kuzey ucudur. Benim hep kıtaların en uç noktalarına gitmek gibi bir hedefim ve hevesim vardır. Zaten dünya seyahatimde de hedeflerim hep kıtaların en uç noktalarıydı. Şimdi de Avrupa'nın en kuzey noktası North Cup'a gitmek gibi bir emelim var. Bununla birlikte Baltık Cumhuriyetleri ve İskandinav ülkeleri gündeme gelecek. Baştan başa Kanada, en doğu ucundan en batı ucuna kadar bir Kanada hedefim var. Bunlar; bakalım, şimdilik daha hayal şeklinde ama umarım gerçekleşir. Ama tahmin ediyorum sonbaharda İran-Ermenistan-Gürcistan projesini hayata geçireceğiz.

Röportaj: Derya Bilgingil
Editoryal: www.istanbul.net.tr
05.06.2016

istanbul.net.tr

Kare Kod (QR) Uygulaması

Sitemizde yer alan Mekan sahipleri ,etkinlik düzenleyenler, Kare (QR) kodunuzu oluşturun, bilgilerinizi mobil kullanıcılarla kolayca paylaşın. Oluşturduğunuz kare (QR) kodu yazıcınızdan basarak hemen kullanabilirsiniz.

Resime sağ tıklayıp jpg formatında farklı kaydedebilirsiniz.

Herhangi bir yorum yapılmadı ilk yorumlayan siz olun...
Yorumlar yaparak sesini duyur..!

İlginizi Çekebilir

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT