Ölümü yenmenin bir yolu da -belki de şimdilik bildiğimiz tek yol- neslin devamını sağlamakdeğil midir? Bizden sonra devam edecek dünyaya, bizden bir parça bırakmak. O parçada bizi bizyapan şeylerden hiç değilse birazının bu dünyada kalmaya devam edeceğine inanmak.
Ben çocuğumda yaşayacağım! Ve dünyada kalmaya devam edeceğim. Belki de sırf bu yüzden -bilincine varmadan- çocuklarımızı, bize benzemesi, bizim gibidavranması için bu kadar zorluyoruz. Gelecek dünyada, onlarda var olmayı garanti altına almak için.
Peki ya bu gelecek dünyanın, bizim yaşam süremiz içinde yok olacağına dair bir kuşkumuzoluşursa. Hadi daha somut söyleyelim; iklim değişikliğinin insan hayatını bizim yaşam sürecimiziçinde yok edebileceği ihtimalinin çok ciddi bir olasılık olduğunu öğrenirsek, yine de çocuk yaparmıyız? Yapmaya kalkarsak bunu nasıl rasyonelize ederiz? Nasıl akla uydururuz? Ya dayapmamaya karar verirsek, milyonlarca senelik bu dürtüye nasıl karşı koyarız?
Bu karşıtlık Akciğer ’de; bir gerçeği görmek ve görmezden gelmek arasında bir ileri, bir gerigidip gelen çaresiz bir çifte kara komedinin kumaşını dokuyor.
Akciğer; iklim değişikliği eşiğindeki bir dünyada, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalaninsanoğlunun bu sorusunu, ironik bir klişe ile soruyor; “Çocuk yapmalı mı yapmamalı mı? İştebütün mesele bu?”
Bu soru, bir çiftin içine düştüğü boşluğu ima eden boş bir alanda, delicesine dönüp duruyor.Sorunun sorulduğu ana sıkışmış bu çift, bu sorunun olası binlerce cevabının yarattığı karmaşa ilebir kaosa doğru hızla ilerliyor. Ve bu kaos giderek oyunun kendi zamanını ve mekanını inşa ettiğibir yapıya, bir düzene doğru evriliyor.