Adnan Özer: `Yeni bir şiir için yeni bir dil gerekiyor`

Söyleşi Röportajlar Adnan Özer: `Yeni bir şiir için yeni bir dil gerekiyor`

Şair Adnan Özer, şiir yaşamını, şiirlerini ve Türkiye`de şiire bakışı ve projelerini anlatıyor...

Paylaş:

Yorumlar:

istanbul.net.tr Ocak 15, 2014

Şiir epey bir zamandır hayatımızdan çıkmış gibi. Daha önceki dönemlerde başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da da benzer bir süreç yaşanmıştı. Bizde belki 12 Eylül milat alınabilir. O zamanlardan beri eskisi kadar değer taşımıyor şiir, ne dersiniz?

Geçtiğimiz yüzyılın sonunda az buçuk felsefeyle, politikayla ilgilenen insanlara sorulsa, bir gün gelip ideolojiler sona erecek diye, Fukuyama çıkıp tarihin sonunu ilan edecek diye, bu düşünülemezdi. Yadırganırdı muhtemelen. Edebiyat için de benzer durum düşünülebilir. Edebiyatın organizması ideolojilerden farklı elbette ama ne o kuşaklar, ne biz gençliğimizde ne de bizden önceki kuşaklar bunu öngöremezlerdi. Kültür ve değer dizgeleri değişti. Bunun Türkiye’ye yansıması belki biraz daha farklı oldu. Örneğin Orta Avrupa’da olan bize birebir yansımadı. Oralarda şiirin anakronize olması çok daha eskiye dayanıyor bize nazaran. Biz daha romantik şiirlerimizi yazarken onlar artık didaktik şiiri bile tüketmeye başlamıştı. Şiir akımları, grupları ve dergileri kaybolmuştu. Çok küçük entelektüel çevrelerde, üniversitelerin çok küçük birimlerinde yaşayan bir şey haline gelmişti şiir. Bu açıdan bakınca bizde hala şiir yazanlar, okuyanlar güzel bir cümbüş yaşıyorlar Avrupa’ya kıyasla. 1980’i milat alırsak, ben bizdeki değişmeyi aslında dilin değişmesi olarak alıyorum. 1980 belki her şeyin değişmesinin tek sebebi değildi ama çoğu şeye denk düştü. Belki de darbe bu denk düşme hali sebebiyle oldu. Biliyorsunuz, daha önce ekonomik kararlar var, hani 24 Ocak kararları. Aslında oralara bakmak lazım. Türkiye’yi bugünden baktığımızda anlayabildiğimiz ama o günlerde kavramamız biraz zor olan başka bir biçime sokma çabasıydı 80’de yaşanan. Bütün bunalım dönemlerinde olduğu gibi o dönem de sonuçta dilde bir değişime sebep oldu. Tıpkı imparatorlukların çöküşlerinde, büyük yoksulluklar, büyük savaşlar dönemlerinin ardından olduğu gibi. Biz belki İspanya İç Savaşı’nı yaşamadık ama onun provası sayılacak şeylerdi yaşadıklarımız. Ve ardında da ekonomik sebepler daha belirleyiciydi. Diğer yandan modernleşme çabaları da önemliydi. Artık kapıya dayanmış olan modernleşme sürecinde gücün kimde olacağı kavgası epey belirleyici oldu. Tabii o zamanlar bunların bu anlama geldiğini bilmiyorduk bizler, saf saf şiirlerimizi yazıyorduk. Baskı dönemlerinin karmaşası ve bunun ardında atan dekadans doğal olarak aşırı romantik şiirleri besledi. Çünkü şair de bir yapıdır, tıpkı şiir gibi. Bu dönemde de yalnızlık şairleri çıktı. Sağcısı solcusu hepsini katıyorum, kendimi de bu kavramın içine. Şiir dilinin ana ekseninde kaymalar oldu kısacası.

Bu ekseni tanımlar mısınız?
Bunu tanımlamak biraz epistemolojinin işi. Ben sadece kestirebiliyorum. Belki şiirin poetikasında kayma oldu diyebiliriz. Anadolu’daki yoksulluk döneminin Yunus Emre’yi çıkartması, Anadolu dilinin Yunus’ta ifade bulması gibi.

Tek parti dönemi sonrasında ikinci Yeni akımının çıkması da benzer sayılabilir mi?
Evet, aslında o daha da yakın bir örnek, onu vermek lazım. Büyük bir baskı dönemi, modernleşmeye karşı büyük bir baskı var ve şairler estetik düzeyde başka kategorilere kayıyorlar. O dönem bir başka açıdan kaba bir sosyalist gerçekçilik anlayışıyla bunlara hainlik diye, bireycilik diye bakılıyor. Oysa şiir hiçbir zaman böyle yargılanamaz.

Yeri gelmişken, sık sık tartışılan bir mesele olarak bireyci şiir toplumcu şiir ayrımı hakkında ne düşünüyorsunuz.?
Bu bahis yer yer gündeme geliyor ama çok ilkel bir tartışma bence. Estetiğin konusu dışında bence bu. Dünyadaki estetik de bunu reddediyor, böyle bir şey, böyle bir ayrım olmaz. Bu tartışmayı yapanlar üç değeri bir arada alıyorlar. Vatandaş, entelektüel ve şair. Bu üç vazifeyi bir arada yapmasını istiyorlar şairden. Oysa şiir dili dönem dönem daha dışsal, daha içsel, yine dönemine göre daha savaşçı olur, kıvrıla kıvrıla gelir. Bu bütün dönemlerde böyle olur.

Son kitabınız veda şiirleriydi. Biraz ağır anlamları olan şiirler diyebiliriz bunlar için sanırım. Şiire veda gibi bir anlam taşıyorlar mı?
Bunlar romantik dürtüyle yazdığım şiirlerdir. Yani ilham denen şeyin romantik anlamıyla. İlhamı beklemek var, ilhamı almak var, ilhamla karşılaşmak var. İlham eğitimi diye bir şey var. İlham eğitimi olmadan hiçbir şey olmaz. Bu Cemal Süreya’nın şiirsel durumla karşılaşmak meselesi olarak tanımladığı bir şey. Eğitilmiş etik duruş, iyi bir bilinç gibi; gerisi kolay. İlham eğitimi budur. Bunlarla hazırlıklı olduğun zaman gelir ilham. Yoksa ancak meczupların kafasına düşer.

Az yazan ya da yazdıklarını az yayımlatan bir şair olduğunuz söylenebilir mi?
Doğrudur, az yazıyorum ama bu ilham eğitimi dediğim mesele ile karşılaştıktan sonra az yazmaya başladım. İsmet Özel, Celladıma Gülümserken isimli kitabını oluştururken bir gün şöyle dedi bana: “Mataramdaki Tuzlu Su şiirini rüyamda gördüm bir gece ve muhteşem bir şeydi. Büyük bir kısmını ezberledim, rüyamda gördüğüm şiirin ama o şiiri yazmadım. Ben kul İsmet Özel olarak, ne yapabileceksem onu yaptım. “ Bu sözler üzerine ben düşünmeye başladım.

İlahi bir anlam mı yani?
Elbette, en materyalist şairde bile ilahi bir anlam vardır. Çünkü şiir dilinin gücü hiçbir zaman sadece dünyevi algılarla sınırlı değildir. En basit şaire bile bakın, mutlaka ilahi bir yan vardır yazdığında. O sözcükler öyle kolay bir araya gelmez. Şiirin iki kaynağı var bunun biri olan ilahi yan ille de hani deist anlamda Tanrı bir dize bahşetti demek değil. Bu inanıp inanmamak meselesi de değil. Sonsuz adalet duygusu olarak tanımlanabilir ilahi kaynak; güzelliğin koruyucusu olan, sonsuz bir adalet duygusu. Bütün devrimcilerde var olan. Şairler de her zaman devrimcidirler. Şiirin etiği tamamen bu dengededir. Arapların bir sözü var: “Edep ve muhaddara vadisinde yazmak.” Yani, özürü kendi içinde saklı bir metin ortaya koymak. Çünkü bir dil kullanıyor, hayatı, objeleri yeniden tasarlıyorsun. Peki buna hakkın var mı? Etik bunu sorgular. Yani şiir yazdığın zaman haklı olmalısın. Ancak haklı bir durumda iyi bir şiir yazılabilir. Bununla karşılaştığım için az yazıyorum.

Şiirlerinizde bir yerellik duygusu hakim gözüküyor.
Çünkü ben kırcıyım. Şiirin öğelerinden biri psikolojik açıklanış. Bu roman için daha da önemlidir. Roman kişileri psikolojik açıklanış için orada dururlar. Lalettayn gezmezler romanın içinde, böyle bir fonksiyonları vardır. Şiirde de vardır bu durum ama şiirde bunun öznesi şairdir. Nazım mesela; yarattığı tipler gibidir; bazen anlayamayız yarattığı tip kendisi midir, başkası mıdır? Birçok şairde vardır bu durum.

Şiirin yeterince ilgi görmediği bir dönemde ortaya çıkan bir kuşağın şairi olarak, bu ilgisizlikten rahatsız mısınız?
Artık ilgiyle yaşayacak dönemimiz geçtik. Hiç kimse okumayabilir, nasıl ki bir zamanlar Ece Ayhan gibi şairler bile bilinmezdi. Onlar bizden çok daha büyük acılar çektiler. Tabii ki şairde sevilmek ihtiyacı vardır ama bunu frenlemek, dizginlemek lazım. Beş altı kişilik bir gruptuk biz. Hemen hepimizde bir çekilme oldu dolayısıyla, birbirimiz etkiledik belki. Burada bir özeleştiri de yapmış olayım, Oktay da (Taftalı) söylüyor bunu, yeni bir şiir tasarımı yapamadık. 70’lerin sonunda duygularımızla, daha sonra 80’lerin başında az buçuk oluşturduğumuz şiirsel tasarım bugün artık karşılayamaz durumda. Yeni bir şiir tasarımını yapmamız lazım. Yeni obje tasarımı, yeni dil vesaire. Belki bir yanıyla da dünyaya bir başka biçimde ayak uydurmamız lazım.

istanbul.net.tr

Kare Kod (QR) Uygulaması

Sitemizde yer alan Mekan sahipleri ,etkinlik düzenleyenler, Kare (QR) kodunuzu oluşturun, bilgilerinizi mobil kullanıcılarla kolayca paylaşın. Oluşturduğunuz kare (QR) kodu yazıcınızdan basarak hemen kullanabilirsiniz.

Herhangi bir yorum yapılmadı ilk yorumlayan siz olun...
Yorumlar yaparak sesini duyur..!

İlginizi Çekebilir

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT