Yönetmen: Semih Kaplanoğlu
Senarist: Semih Kaplanoğlu
Görüntü Yönetmeni: Özgür Eken
Kurgucu: Ayhan Ergürsel, Semih Kaplanoğlu, Suzan Hande Güneri
Oyuncular: Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Tülin Özen, Gülçin Satırcıoğlu, Kaan Karabacak
Yapımcı: Semih Kaplanoğlu,Lilette Botassi
Yapım Şirketi: Kaplan Film; İnkas Production
Dünya Hakları: The Match Factory
Türkiye, Yunanistan, 2007, 35 mm, Renkli
97', Türkçe; İngilizce altyazılı
Mayıs Sıkıntısı 1999'da Türk sinemasında arz-ı endam ettiğinde, belki de 2013 tarihli Yozgat Blues'un alaycı tonuyla sona erecek taşra temalı filmler furyasının açılışını yapmıştı. Mayıs Sıkıntısı'yla birlikte taşra bir "sıkıntı", "suçluluk" ve "özlem" olarak erkek sinemacıların filmlerinde ilk kez beliriyordu. Bu filmlerin başkahramanları da sanatçı olmak isteyen ve bunun için de taşrayla temsil edilen geçmişleriyle hesaplaşmaya niyet eden genç erkeklerdi. Mayıs Sıkıntısı'nın kahramanı olan genç yönetmen, ailesiyle ilgili ilk filmini çekmek üzere kasabasına döner. Konuya tamamen ilgisiz olmakla birlikte oğullarına yardımcı olma konusunda bütün iyi niyetleriyle bilmedikleri bir filmin oyuncuları olmaya razı olan ailesinin gündelik hayatının akışını filme zaptetmeye çalışır.
Film içinde film; çekilmekte olan film Kozadır. Ama Mayıs Sıkıntısı'nda esas olan "zaman"dır. Rüzgâr eser, bulutlar geçer, kavaklar hışırdar, küçük bir oğlan çocuğu plastik bir saate kafayı takar, sanki taşranın buyurgan rutinine ve ağır ağır akan zamanına inat olsun diye bir sepet domatesi yamaçtan aşağı döküverir. Taşralı genç bir erkek ise aynı akışın bunaltıcılığından kurtulmak için taşradan uzakta bir gelecek hayal eder. Film bize taşranın bu ağır ağır akıştan ibaret olduğunu ve bunun aslında güzel olduğunu söyler. 2007'deki Yumurta'nın kahramanı olan şair delikanlı ise kentte tamamen unuttuğunu, geride bıraktığını sandığı taşraya "anne"nin çağrısı üzerine geri döner, daha doğrusu annenin son çağrısı üzerine… Anne artık varlığıyla orada değildir ama "oğul"a hazırladığı birtakım planlar, işaret ettiği birtakım yollar, hatırlattığı, oğulun geride bıraktığını sandığı halde bırakmadığını anlayacağı bir gelecek vardır. Taşra annedir, kucaklayandır. İki film de müthiş şiirsel anlatımları, nefis görüntüleri, neredeyse narsisizme varan güzellikleri ile ister "uzak" ister "yalnız" isterse de inatla "yalnız kalmayı seçmiş" olsun, Türkiye dediğimiz yerin ruh ikliminin de bir çeşit taşra, ruh halinin ise bu iki filmdeki "anlaşılmamış", anlaşılmak da istemeyen, küskün, hafifçe kalbi kırık genç erkeklerinki gibi olduğunu düşündürür.
– Fatih Özgüven