İstanbul: Şimdi Soyut!
Bir yanda bina, eşya, hammadde, tüketim malları ve yiyecek yığınlarını gösteren sayısız
fotoğraf diğer yanda da rengârenk ve titizlikle çizilmiş ve boyanmış soyutlamaların
oluşturduğu bir karşıtlık dikkatimizi çekiyor. Kartpostal büyüklüğünde fotoğraflar kalabalık
İstanbul sokaklarındaki şaşırtıcı ayrıntılara odaklanıyor; bunlar rastlantısal algılamaların
sonuçları ama her zaman aşırılığı, zenginliği ve kentsel dönüşümdeki ve tüketim
ekonomisindeki savurganlığı gösterme amacını taşıyor.
Geometrik soyutlamalarıyla bu resim ve çizim dizileri, gerçek ve temsili imgeleri yeniden
üretmektense, insanı İstanbul’un bu tipik goÅNrüngüsü üstüne derin düşünmeye
yönlendiriyor. Caroline Kryzecki bu çok iyi tasarlanmış yaklaşımla, goÅNzün bilinçsizce
taradığı ve çok büyük miktarda şeyleri, nesneleri ve olayları oÅNzümsediği İstanbul gibi bir
megalopolisin uçsuz bucaksız karmaşasını betimliyor.
Berlin Senatosu bursuyla Ocak 2012’den bu yana İstanbul’da yaşayan ve çalışan sanatçı
gözlemlerini, algısını ve izlenimlerini farklı malzemelerin üstüne yaptığı çeşitli çizimler ve
resimlerle ve bir yerleştirme şeklindeki fotoğraf dizileriyle sunuyor.
Saf bir sanat yapma biçimi olduğu için günümüzde dijital fotoğraf soyutlamayı zora
sokuyor. Soyutlama, sanatçının günümüzdeki görsel kargaşa ortamında kavramsal
karşılıklar aramasıdır ve görsel sanatlara dayatılan gösterişliliği kırmak için gerekli güclü
bir irade ve yüreklilik anlamına gelir. Soyut sanat bugün doğrudan doğruya dış dünyayı
veya gerçeğin taklidini temsil etmeyen algılanabilir bir görsellik yansıtır. Rudolf Arnheim’ın
“Görsel Düşünce” de belirttiği gibi nesnel olmayan, temsili olmayan bir bütün yaratmak için
bilinçli bir renk, biçim ve malzeme kullanımı “algı ve düşünce arasında bir koÅNprü” kurar. O,
algıyı “nesnenin ilgili cinsel/genel özelliklerinin kavranması” olarak tanımlıyor ve düşünme
süreci için de “düşünecek bir şeyimiz olması için düşünmenin, içinde yaşadığımız
dünyanın imgelerine dayandırılması gerekir” diyor. Buna göre “Algıdaki düşünce ögeleri ve
düşüncedeki algısal ögeler birbirini tamamlar”, öyle ki bunun sonucunda “bilişsel bir sürec”
oluşur. Başka bir deyişle böylece “duyusal enformasyon” “kuramsal fikirlere” ulaşır.*
İşte tam da bu Kryzecki’nin yapıtlarında uygulanmıştır. İçinde yaşadığımız dünyada - ki bu
durumda bu İstanbul’dur - o bütün gözlemlerini fotografik imgelere çeviriyor ve “algıdaki
düşünce öğeleri ve düşüncedeki algısal öğeler” ile bu imgeleri soyutlamaya dönüştürüyor.
Bu çoğunlukla çizgisel ve geometrik soyutlamalarda renk, biçim ve malzeme bireşimleri
geometrik ve matematik hesaplamalarda temellenmektedir ve çoğu kez bu hesaplamaların
sonucu olan bu diziler izleyici için görsel bir oyun oluşturuyor. Sınıflanmış çizgiler ve çok iyi
seçilmiş renkler Kryzecki’nin kullandığı yapısal temeldir. Sanatçı, ince ayırtıları
vurgulayarak ve geometrik biçimlere gönderme yaparak olağanüstü çeşitlilikte sonuçlar
elde ediyor. Onun yapıtlarında işlevsellik, günümüzdeki günlük yaşamda ücüncül imgelerin
istilası içinde soyutlama için entelektüel bir gereklilik oluşturuyor. Farklı matematik ve
geometrik kategorileri kullanarak Caroline Kryzecki yeni bir figürsüz gerçeklik de yaratıyor.
Onun yarattığı imgeler bu kentteki insanların günlük gereksinimlerine gönderme
yapmayabilir, ancak tam da bu nedenle bu imgelerin aşkınlığı önemlidir ve sanatçının
yaratıcılığı sayesinde insanın zihnini gündelik bilgi yükünün aşırılığından kurtarırlar.
Caroline Kryzecki yaşadığı çevreyi soyut bir sınıflamaya sokarak, İstanbul’un günlük
yaşam kargaşası içinde olanaksız olan bir duyumsallık, bir görsel ses ya da tinsellik
öneriyor. Onun geometrik soyutlamaları bizi algısal bir arınmayla İstanbul gerçeklerinin
tadına varmaya davet ediyor.
*Rudolf Arnheim, Görsel Düşünce, s. 176, Metis Yayınları 2004, çev. Rahmi Öğdül
BERAL MADRA - HAZİRAN 2012