Cumhuriyet Dönemi İstanbul`u-1

Atilla Yücel

İstanbul Rehberi İstanbul Yazıları Cumhuriyet Dönemi İstanbul`u-1

1918`den başlayıp bugüne doğru uzanan bu 100 yıldan kısa süre, başlangıçtan beri geçen uzun zaman dilimi içinde salt sayısal bir perspektifle değerlendirildiğinde neredeyse kendisi bir noktadan ibaret.

Ama kent yaşamının yıllarını sayısal bir mesafe içinde değerlendiren bu anlayış içinde neredeyse noktasal bir boyuta sahip  olabilen bu zaman aralığının kapsadığı maddesel değişimleri yine sadece sayısal boyutlarıyla ele aldığımızda, söz konusu 100 yıldan kısa zaman süresinde, kentin kuruluşundan bu yana sahip olduğu tüm büyüklüklerin baş döndürücü bir hızla aşılmış olduğunu görüyoruz.

Seksen yıl içinde İstanbul`un nüfusu -savaş sonrası ve erken Cumhuriyet yıllarındaki azalma da hesaba katılırsa- 15 katına çıktı; yerleşik alanlarda kentsel yayılma neredeyse 100 katı büyüdü. Sanayi ve ticaretin sürüklediği ekonomideki büyümenin yanı sıra, bu ekonomi, üretilen değer ve sağladığı gelir açısından ülkenin tüm üretiminden sağlananın yarısına eşdeğer hale geldi.

Yüzyıl başında kentin en yüksek yapısı (minareler ve tarihi kuleler hariç) altı-yedi katı geçmezken, yüzyıl sonunda bunların 10 katına varan gökdelenler kentin 1000 yıllık coğrafyasını değiştirmeye başladı. Kentin iki yakası artık 1 km uzunluğunda köprülerle bağlı ve bu köprüler iki yaşlı kıtayı birleştiriyor.

Ama bu bağlantı hiçbir mitolojik çağrışımla yüklü değil. Sadece 10 binlerce araç ve araçların içinde 100 binlerce insan, ellerinde mobil telefonları(!), her gün köprülerin üstünden bir kıtadan ötekine telaşla geçiyor. Köprülerden kıtalara uzanan otoyollar boyunca birbirini izleyen derme çatma yerleşmelerin boyu 100 km`yi aşmakta. Buralarda yaşayan insanlar, İstanbul`un "yeni fatihleri", eski İstanbul`u tanımıyorlar bile. Kenti saran dev şantiyelerde, tersanelerde, petrokimya tesisleri ya da başka sanayi kuruluşlarında çalışıyor; emeklerini satıyor; alışverişlerini semt pazarlarında yapıp "yatakhanelerine" dönüyorlar.

İstanbul`da kıta ölçeğinde kimlik kazanan sanat festivalleri, bienaller düzenleniyor; stadyum konserleri veriliyor. Beş yıldızlı oteller, alışveriş merkezleri, galeriler, butikler, gourmet lokantaları açılıyor; fuarlar, moda gösterileri, toplu spor etkinlikleri bir büyük metropolün canlılık ve rengini yansıtıyor. Ancak "dünya buluşmaları" ve Olimpiyat rüyaları dahil, bu canlılığı paylaşanlar kentte yaşayan 10 milyonu aşkın insanın yarısından çok azı. Yaşadıkları alan da dev megapolün onda biriyle sınırlı bir parçası.

İktisadi etkinlik, değer üretimi ve her türlü tüketim bakımından kendi başına tüm ülke kapasitesinin yarısından çoğunu temsil eden İstanbul, kültür, iletişim ve bilgi üretimi açısından da ülkenin kalbi. Ayrıca bu üretim bugüne kadarkilerle kıyaslanamayacak kadar canlı. Yine de bir 6. ya da 16. yüzyılla, hatta 18. yüzyılla kıyaslandığında, üretilen kültür ve düşünce değerlerinin evrensel düzeyi bugüne ait düşündürücü bir problematiğin varlığını haber veriyor. İstanbul`da kente damgasını vuran 20. yüzyıl anıtı yok. 1950`lerden beri eski mahalleler yıkılıp duruyor; kıyılar dolduruluyor; orman alanları ve su havzaları kentleşiyor; ama bu koca kent kendi kendini yiyerek beslene bir dev olmanın ötesinde ve kemirdiği uzuvlarından daha değerli düzeyde bir yeniden-üretim sürecini başaramıyor.

Onun içindir ki yerli ve yabancı edebiyattaki efsanevi İstanbul imgeleri, şiirsel övgüler dönemi artık bitti. Monarşik baskı döneminde siyasal isyanını haykırmak için kentin sisine lanet yağdıran sanatçılar da yok. İstanbul edebiyatı Loti`nin ve Nedim`in şiirsel  övgülerinden yola çıkıp, ara bir yerde bu oplitik atıfları aşarak 30`lu, 40`lı yıllarda günlük hayatın ve görkemlini yitirmiş ama sadeliğini sürdüren kent mekanlarının olağanlığına, biraz da giderek yoğunlaşan geçmiş özlemiyle yüklü mistik imgelere dönüşmüştü. Bugünlerdeyse lanetli bir edebi söyleme tanık olunuyor ve bunda yerlisi, yabancısı birleşiyor: Çöplükler, varoşların yoksulluğu, suyu çekilen fantastik Boğaziçi kurguları, hortlaklarla dolu kent labirentleri, "medeniyetini" yıkılmış ve bir depremle yıkılmayı bekleyen İstanbul hayaletleri...

Öte yandan bu karmaşa ve onu her sabah uyandığında yeni baştan yaşayan milyonlarca insan, özellikle de nüfusun çoğunluğunu teşkil eden genç insan, gelecek adına hep bir umudun taşıyıcısı. Teknolojik yeniliklere; yeni tüketim biçimlerine inanılmaz bir hızla uyum gösterebilen, en olumsuz koşullarda alternatif biçimler geliştirmeyi başaran bu insanlar, tüm mekansal ve çevresel deformasyonlara karşın sergiledikleri direnç ve dinamizm ile yeni bir geleceğe doğru yürüyorlar.

Ama bu gelecek sanatçıların geliştirdikleri lanetli edebiyata benzer şekilde kimi düşünürlerin de kurguladığı mutlak bir collapse`ın tanımlayacağı sıfır noktasından başlayarak mı şekillenir; yoksa günün gerçekliği küresel ilişkiler çerçevesinde zaten doğal mecrasında akmakta olan bir su mudur? Bu, tamamlanmakta olan 100 yıllık bir kentsel öykünün sonlarında hep sorulan, ama yanıtı gelecek yüzyılda, aradan geçecek zamanın sağlayacağı mesafeli bakışın ardından verilebilecek olan bir soru yarına taşınacaktır.

Yine de bu tarihi noktada, geçen 100 yılın kentsel ortamıyla hesaplaşmak anlamına gelen bir dönem sergilemesi projesi, bu güncel gerçekliğin idrakine bağımsız bir bakış ve sorgulama noktası olmadan tasarlanamazdı. Dolayısıyla 1910`lu yıllardan yüzyıl sonuna uzanan bu dönemin jenerik kurgusu, kentin genel tarihi içinde, BAŞLANGIÇ ve VARIŞ noktalarının gerilimli ilişkisine bağlı olarak belirlenmiştir.

Yüzyılın başı ve sonu arasındaki ilişkiyi GERİLİM kavramıyla betimlerken, bu tanımlamanın dayandığı sadece bir-iki nesnel olguyu anımsatmak yeterlidir; İstanbul yüzyıl başında-çökmekte de olsa- bir yaşlı imparatorluğun başkentiydi ve başkent olma kimliğini 1600 yıldan beri sürdürüyordu. Bu ayrıcalıklı kimliğe artık sahip değil. Buna karşılık başta değinilen sayısal büyümeye bağlı olgular yumağı var: 50-60 yılda nüfusça 15 katı, mekanca 100 katı büyüme, biçim ve yaşam olarak kentsel gerçekliğin tüm boyutlarıyla nasıl bir değişim ortamı oluşturduğunu göstermeye yeter. Yalnızca üç veri ele alındığında, başlangıç ve varış -eğer bir varış varsa, ya da bugün sadece bir ara durak dahi olsa- noktaları arasındaki konum farkının ortaya koyduğu gerilim anlaşılabilecektir.

Kaynak: Dünya Kenti İstanbul / Habitat II / Atilla Yücel / S: 189-195

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT