Kayıplara Karışan Satıcılar-I

Sermet Muhtar Alus

İstanbul Rehberi İstanbul Yazıları Kayıplara Karışan Satıcılar-I

Eskiden de İstanbul`un kalabalık caddelerinde, dört yol ağızlarında çene çala çala, ekserisi nağmeli nakaratlar savura savura ayak satıcılığı edenler; tok, kısık, incecik, pes seslerle şunu bunu satanlar çoktu.

Frenkler bu makulelere Charlatan derler; kelimeyi İtalyanca (gururlu gururlu, sahte vekarla konuşan) manasındaki Ciarlatanodan almışlar. Şimdi bu yazımda, yıllardan beri kayıplara karışan bu adamların aklıma gelen bazılarından bahsedeceğim: 

Destancılar renk renk kağıtlara, iri punto harflerle basılmış destanlar satar, en ziyade Köprü üzerinde bulunurlardı. Uçarının dik alaları. Başlarında vişne çürüğü fes, omuzdaş kuşağının ucu dışarıya sarkık, ayaklarında yumurta ökçeli şıpıdıklar. Semai kahvesindekilerin ağziyle makamlı makamlı tuttururlar. Destanların hepsi külhanbeylik maceraları üzerineydi. 

Mesela(Sandıkçı Şükrünün destanı), (Yorgancı Sadık destanı), (Zampara destanı). Bunların bazısı mizah vadisinde olurdu. Esrarkeşlerin dalgaya tutulunca türlü türlü hülyalara kapılışlarına, evli erkeğin karısına karşı kılıbıklığına, kaynananın geline tebelleşliğine filan dairdi. Bazısı da acıklı, adeta mersiyemsi: Civan çağında verem kurbanı olan, Çiroz Ali`nin, Feshane`de makine arasında kalıp parçalanan Atıf`ın ölümünü nakleder. 

(...) Bu ipsizlerin bazısı da, ellerinde birer formalık (Hikaye-i müntehibe)ler, 8yeni yeni şarkılar), (yeni yeni kantolar)la dolaşır; en rağbette şarkılardan (Çare bulan olmadı bu yareye), (Şevkinle hayalinle olur neşe bedidar) gibileri; kantolardan da (Nale-i cangahı canan bilmiyor), (Yandan yırtmaç fistanlar, görünüyor tombul bacaklar) kabilinden olanları söyler dururdu. 

Eminönü`nden, Beyazıd meydanından, Mahmutpaşa yokuşunun alt başından geçiyorsunuz. Kenarda bir yığın halk, faytonun etrafına toplanmış. Arabanın oturacak yerine bir adam çıkmış, ayakta dikilmede. Orta oyunundaki hallaç gibi soluk almadan çene işletmede: 

‘‘Beş kuruşa, beş kuruşa!... Anide diş çekiyorum. Eğerleyim pire ısırışı kadar acı duyarsınız, limon yalamış kadar yüz ekşitirsiniz helalinden gümüş mecidiyem caba!...’’ 

Suratında bir parmak traş, boynunda kirleri kabarmış kolalı yakalık ve lime lime kravat, sırtında kol yenleri dirsekte soluk redingot. Çeyreği veren faytona atlar, herif kerpeteni daldırıp sallanan dişleri çabucak, köklülerini temel çivisi sökercesine kaç kere asıla asıla çıkarır, çıkartana da gökte yıldız saydırırdı. 

Fatih ile Beyazıd arasında, sabah horozları ötmeden arka mahallelerde oturanları, derin uykudakileri ible uyandıran sıtma görmemiş, naravari bir ses çınlardı: 

‘‘Ala Çayır peyniriyle, erbabı bilir!....’’ 
Peynirli pideci. Bıdık, paytak, kırklık bir adamdı. Bodur bir rumeli beygiri gibi caddede tırıs tutar; el değdirmeden, bir cambaz meharetiyle başında taşıdığı tabladakileri Vezneciler`e varmadan tüketir.

SERMET MUHTAR ALUS

Kaynak: (İstanbul Yazıları. İBBKİDBY. 1994)

Paylaş:

İstanbul Fotoğrafları İstanbul Tarihi İstanbul Müzeleri Dini Mekanlar Tarihi Eserler İstanbul İlçeleri Daha Fazlasını Göster

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT