Engin Gürkey`le Müzik Üzerine Keyifli Bir Sohbet - 1

Söyleşi Röportajlar Engin Gürkey`le Müzik Üzerine Keyifli Bir Sohbet - 1

Vurmalı çalgılar ustası Engin Gürkey ile müzik üzerine keyifli bir sohbet...

Paylaş:

Yorumlar:

istanbul.net.tr Ocak 15, 2014

İnsanların müziği ilk olarak ritimle keşfettiği gerçeğinden yola çıkarak, perküsyon için, insanoğlunun müzikle ilk tanışması diyebilir miyiz?

Vurmalı çalgılar dünyanın ilk ve en eski, hatta en zengin enstrüman grubudur diyebilirim. Hayatın döngüsüyle bir arada, kaçınılmaz olarak gelişmiş. Çünkü her birimiz birer ritimiz. İnsanoğlu davulu keşfetmeden evvel, ellerini ve ayaklarını kullanarak müzik yapmış. O günlerden bugüne de, ritim, müziği oluşturan öğelerden biri olarak, müziğin içinde de hayatın içinde olduğu gibi, yerini korumakta. Müzik demek, ritim, melodi ve armoni demektir. Ritim, hayatın içinde ne kadar dominantsa, müziğin içinde de son derece önemlidir. Şu anda literatüre girmiş iki binin üzerinde vurmalı çalgı olduğu bilinmekte. Vurmalı çalgıları iki büyük sınıfa ayırıyoruz, kendisi ses verenlerle, derisi tınlayanlar. Bunları da kendi içlerinde üçe ayırıyoruz, akort edilebilenlerle akort dilemeyenler ve efektif olanlar, yani melodik yapıyı güçlendirmekten ziyade, yağmur sesi, kuş sesi, siren sesi gibi ses ve gürültüleri taklit etmeye yarayanlar. Bir de tabii bu sınıflandırma coğrafyaya ve müzik türlerine göre gelişiyor. Klasik vurmalı çalgılar, Latin müzik vurmalı çalgıları ve geleneksel vurmalı çalgılar. Şu anda belirgin üç kategori var, ben de bunların arasında bir multiperküsyonist olarak gidip geliyorum. Niye böyle birbirinden farklı vurmalılar arasında gidip geliyoruz? Akademik kariyerini klasik perküsyon üzerine yapmış biri olarak söylüyorum, bence vurmalı çalgılar sanatçısı dünya müziğine en yakın insan olarak değerlendirilebilir. Çünkü her müziğin, her enstrüman grubunun içinde bir vurmalı vardır, müzik ritimsiz olamayacağı için. Dolayısıyla, ne kadar dar örmeye çalışırsak çalışalım, yelpazemiz çok gelişiyor bir süre sonra, bu kaçınılmaz bir gerçek. Benim de, eğitimini aldığım ve halen almakta olduğum bir serüven bu.

Herhangi bir vurmalı sazı çalan biri, bütün vurmalı sazları çalabilir mi yoksa hepsi için ayrı ayrı eğitim mi almak zorundadır?

Esasında, vurmalı çalgılar eğitiminde, insanlar okuldaki mevcut repertuara göre hepsini öğreniyorlar. Ama ‘master perküsyon’ dediğimiz bir olay var, en önemlisi bu. Bir süre sonra çocuk, kendi eğilimi ve hocanın yönlendirmesiyle, öğrenciliğinden başlayan o yakınlaşmayla, profesyonel yaşamında, iyi olduğu, hâkim olduğu enstrümanı master perküsyon olarak kabul ediyor. Bu Latin müzikte de böyle. Mesela Latin perküsyonda, bir sürü maracaslar, congalar, tumbalar, guirolar gibi enstrümanlar var ama timbales ve conga, master perküsyon. Bongo ve diğerleri daha çok yardımcı, tamamlayıcı unsurlar. Mesela, senfoni orkestralarında timpaniyi genelde grup şefleri çalar, belli bir deneyimi olan insanlar çalar oysa tuşlu çalanlar, derili çalgılara nadiren girerler, derilerde iyi olanlar da ötekilere daha uzak dururlar. Hepsini bilirler ama herkesin, sevdiği, inandığı ve kendini geliştirdiği, üzerinde hâkim olduğu enstrüman vardır.

Her müzik türünde vurmalı çalgıların olduğunu söylediniz. Peki neden? Dünya bir ritim olduğu için, kalp atışımız bir ritim olduğu için mi?

Demin size en başta da söylemiştim, hepimiz birer ritimiz. Size güzel bir anekdot anlatayım, yıllar evvel, yanlış hatırlamıyorsam İran’da, bir şahın kızının düğün töreni varmış; büyük bir konuk listesi yapmışlar, aklınıza gelebilecek her branştan insan listeye girmiş; Alman bir perküsyonist de davet edilmiş ve bu daveti alınca çok şaşırmış; “niye ben?” demiş, “bir davulcunun böyle bir törende ne işi var?” diye düşünmüş ama düğüne gitmiş. Seremonide, tebrik sırası ona gelince, şahın kulağına eğilmiş ve “Çok merak ettim, bunu sormadan geçemeyeceğim, beni niye çağırdınız?” diye sormuş. Şah da bunun üzerine, perküsyoniste, “Bir elinizi uzatır mısınız?” deyip bileğini tutmuş ve “Sizin enstrümanınız burada; siz müzisyenleri en iyi simgeleyen insansınız; Tanrı size öyle bir enstrüman verdi ki, o sizsiniz” demiş. Bugüne gelirsek, evet hepimiz birer ritimiz ve ritimle vurmalı çalgılar çok paralel. Hem ritmi hissetmek, hem vurmalı çalgıları öğrenmek, o keşif... İnanılmaz bir macera. Ben kendimden örnek vereyim, ben klasik müzik üzerine eğitim almış, akademik kariyerini bu dalda tamamlamış bir insanım ama Yansımalar gibi, son derece sufi, tasavvufi bir projede, içinde Türk müziği makamları ve usulleri olan bir projede en az bir on yılımı devirdim. Aynı zamanda İncesaz var, ki İncesaz, Yansımalar’a göre biraz daha hareketlidir, o da makamsaldır, içinde usuller vardır. Kendi vurmalı çalgılar topluluğumda, Karayipler’den gelen çok ünlü bir üstat olan Enrique Maestre’yle, ki kendisi benim Latin müzik tarihi hocamdır aynı zamanda, Latin bir projem var. Bunlar kaçınılmaz. Bu keşif devam edecek. Ritimsiz müzik olmaz. Gece ve gündüz gibi. Bence vurmalı çalgıları anlamaya çalışmak ve her geçen gün yeni bir şey öğrenmek, bizi yeni müziklere, yeni tanışıklıklara götürüyor. Bu çok ilginç.

Dünyada birbirinden farklı birçok müzik türü var; etnik müzikler, klasikleşmiş müzikler, evrenselleşmiş müzikler var. Her müzik türü için ‘ben bu müzikten hoşlanmıyorum’ diyenler çıkabilir. Oysa, sadece vurmalı sazlarla, ya da ağırlıklı olarak vurmalı sazlarla icra edilen müziklerde, her milletten insan eşit düzeyde zevk alabiliyor. Acaba bu durum, vurmalı sazların insanoğlunun ilk enstrümanı oluşundan ve ilkel duygulara seslenişinden mi kaynaklanıyor?

Güzel bir soru. Bilimsel olarak cevap vermek gerekirse, ritme dayalı sistemi yaratan Carl Orff’tan söz etmeliyiz öncelikle. Orff çalgıları’nın temelinde yatan gerçek şuydu, Orff, seslendirme açısından, kullanımı en kolay ve en basit enstrümanların vurmalılar olduğunu ortaya çıkartmıştı ve işte bu nedenle bunları eğitime sokmuştu. İnsanların vurmalı çalgıları daha çabuk algıladığını anladığı için bu sistem bugün buralara kadar geldi. Artık aşağı yukarı her okulda Orff çalgıları adı altında bir sür vurmalı çalgı öğretiliyor. Özellikle Avrupa’da, temel eğitimde bu var, bizde de birçok okulda uygulanıyor. Çünkü, vurduğunuz anda, adı üzerinde, vurarak ses üretiyorsunuz; hem genetik olarak tabii, yüzyıllar boyu böyle gelmiş, hem de şu var, belki bir keman çalabilmek için belli bir aşamadan geçmeniz, en azından bir yay tekniği almanız, nefesliler için de bir ses üfleme tekniği öğrenmeniz gerekiyor, ama vurmalı çalgılarda bu farklı; siz yanlışlıkla bir şey vursanız bile, bunun kendine göre müzikal bir ifadesi var. Ben konserlerimde insanlara “bizi dinliyorsunuz, tamam, peki hiç mi istemiyorsunuz bizimle çalmak?” diyorum, hem interaktif katılım olsun diye, hem de bir şeyler paylaşmak için, çünkü vurmalı çalgıların böyle bir avantajı var, hiçbir müzik türünde bu kadar kolay bir araya gelinemez. Her ritmin bir temel ritmi vardır. Ben de konserimdeki dinleyicilere, çalacağımız ritmin temel ritmini çok basit bir şekilde anlatarak onların da bu ritme katılımını istiyorum. “İlk enstrüman zaten el çırpmaktı, hadi biz de beraber vuralım” diyorum. Onlar vururken biz müziğe giriyoruz, onlar farkında olmadan. On ritim çalıyorsak, on ritmin de temel ritmini, insanlar bize on saniye, yirmi saniye vuruyorlar. Bu büyük bir devinim.

Röportaj: GÖKÇE TUNCER

Röportajın devamı için tıklayın

istanbul.net.tr

Kare Kod (QR) Uygulaması

Sitemizde yer alan Mekan sahipleri ,etkinlik düzenleyenler, Kare (QR) kodunuzu oluşturun, bilgilerinizi mobil kullanıcılarla kolayca paylaşın. Oluşturduğunuz kare (QR) kodu yazıcınızdan basarak hemen kullanabilirsiniz.

Herhangi bir yorum yapılmadı ilk yorumlayan siz olun...
Yorumlar yaparak sesini duyur..!

İlginizi Çekebilir

SAYFAYI PAYLAŞIN

Facebook Twitter İnstagram Pinterest Mesaj Email
KAPAT

HAKKIMIZDA

Hakkımızda iletisim Yasal Uyarı Reklam Android Apple
KAPAT