Kitapta, “Bir varsın, bir yoksun”, “Hüzünlü bir bellek hikâyesi”, “Son fotoğraf”, “Mavi”, “‘Ney’di ondan sonrası” ve “Suskunlar” başlıklı altı öykü bulunuyor. Hayatın bir kısacık gününde “bir varsın bir yoksun” sözünü bir kez daha öğrenen Metin; sadece onun kurtulduğu uçak kazasından sonra hatırlama hastalığına yakalanan Ferit; toplumda hep “öteki” olarak davranılmış, rüyasında sonsuzluğa uzanan merdiveni gören fotoğrafçı; ulular tarafından bir eline Kuran-ı Kerim, bir eline mavi boncuk bırakılan Oruç hoca; neyin içe işleyen sesinin peşinden Konya’ya gelen iki Amerikalı, Manfrid ve Ramona; 200 yıllık bir öyküde Ortadoğu’nun ve öldürülmüş anne babasının gizemini öğrenen Seyit ve Samet. Aşkın ve ilahi aşkın, merakın, terörün, gizemin, kutsallığın iç içe geçtiği heyecan verici altı öykü.
Cihan Aldık, öykülerinde klasik öykü anlatım tekniğini kullanıyor. Hayatın yakıcı konularına değinirken hem okurun heyecanını diri tutuyor, hem mistik hem de güncel konulara değiniyor. Sözgelimi “Son fotoğraf” başlıklı öyküde, yazar, ötekileştirmeye değiniyor. “İçinde yaşadığı hayata duyarlı ve yaşamın sağındaki yeşil pencereden bakan bir ailede yetişmişti. İşi gereği her tür yaşam modeline şahit oluyor, görüp öğrendiklerini kendisine kâr sayıyordu. Sağcı, solcu, devrimci, İslamcı vs. Sonuna ci, cu ekleri getirilen her türlü kelimeden uzaktaydı. İlle de bir şeyci olması gerekiyorsa, inançları doğrultusunda kendisine takılabilecek her türlü ön takıya razıydı. Önemli olan, kendisinin ne hissettiğiydi. Bir şeyci ya da kimseci olmadan yaşanamıyor muydu? Aynı görüşü paylaşmayan insanların kendileri gibi olmayanları ötekileştirmelerinden o da nasibini alıyordu. Acı olanı da, her geçen gün biraz daha artıyordu ötelemeler. Belki de daha acısı, itelemeler…”
“Bir varsın bir yoksun” başlıklı öyküde ise, dededen kalma aktar dükkânında çalışan Metin’in hayatından kesitleri ve çevresiyle ilgili gözlemlerinden bize aktardıklarını öğreniyoruz. Minimal bir öykü bu, ama konusuna baktığınızda, hayatı ve ölümü anlatıyor. “Metin’e her gün ilk günaydını iş yerinin karşısındaki mezarlıklar söylüyordu. Dükkânın camekânından dışarı baktığında gördüğü ilk şey daima mezarlıklar oluyordu. İçindeki sıkıntının nedeni ölülerle burun buruna olmasından kaynaklanmıyordu, tam aksine, bu durumdan dolayı kendisini şanslı sayıyordu çünkü insanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, ölümü hep unutuyordu. Metin’in de şansı, yol üzerindeki evliya türbeleri ve işyerinde ona yarenlik eden mezarlıklardı.” Metin, o bir iki gün içinde çevresinde gözlediği küçük ama aslında devasa değişime ortak ediyor okuru.
Yazar, okurun merakını öyküde tutmayı başarırken, kimi öykülerinde okura bir tarihi perspektif de sunuyor. “Mavi” ve “Suskunlar” bu özellikteki öyküler. “Mavi” başlıklı öyküde bir mavi elması ve mavi boncuğu eksen olarak alan yazar, yüzyıllara uzanan olayları bu iki unsur üzerinden aktarıyor okura. “Suskunlar” ise Ortadoğu ve Müslümanların 200 yıllık kaderini, yıllar önce ailelerini gizemli bir şekilde kaybetmiş iki erkek kardeş üzerinden ele alan bir öykü.